BAŞKANLIK SİSTEMİNE KIRMIZI KART MI?
7 Haziran seçiminin zihinlerde bıraktığı siyasal vaat başkanlık sistemiydi. Gerçi Başbakan Davutoğlu gündemin ilk sırasına almıyordu. O’nun dışında birçok kimse ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimin en önemli kazanımının başkanlık sistemine geçiş olacağını müjdeliyordu.
Başkanlık istemini sadece AK Parti desteklediğine ve AK Parti’de ülkeyi tek başına yönetme yetkisi alamadığına göre başkanlık sistemine halkımızın yeterli desteği vermediği sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü, sandığı milletin iradesinin tecelli ettiği yer olarak belirlediğimize göre sonuçları da seçim öncesi vaatlere verilen destek olarak algılayabiliriz.
İlke olarak benim başkanlık sistemine geçmeye ilişkin görüşüm net. Başkanlık sistemi de tıpkı parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi gibi demokratik bir hükümet sistemidir.
Burada tartışılan konu devlet iktidarının örgütlenme ve işleme biçiminin nasıl tezahür edeceğidir. Yoksa siyasal sistem olarak demokrasinin dışında bir sistem aranmadığı kanısındayım. Yönetilenler ile yönetenler arasındaki ilişkinin evrensel demokratik ilkeler bağlamında hayat bulması asıldır. Bu ön kabul ışığında hangi demokratik hükümet sisteminin uygulandığının bir önemi yoktur.
Başkanlık sistemine ilişkin benim değinmek istediğim husus tartışmaların eksik ve tek yönlü olmasıdır. Devletin temel işlevleri üç ana başlık altında toplanır. Locke ve Montesquieu’nun fikirlerine dayanan ve kuvvetler ayrılığı olarak formüle ettiğimiz anlayışta devletin faaliyetleri yasama, yürütme ve yargı olarak sayılır. Yasaların yapılması işlemine yasama denir. Yasama faaliyeti Meclis tarafından yerine getirilir. Yasa yapma, yasa değiştirme ve yasa kaldırma yasamanın en önemli işlevidir. Yürütme, yasaların verdiği yetkileri kullanarak gerçekleştirilen yönetme faaliyetidir. Yargı organı ise devlet ile bireyler ve bireyler ile bireyler arasındaki ilişkilerden doğacak anlaşmazlıkları çözmekle görevlidir.
Yargı organının tüm demokratik sistemlerde yasama ve yürütmeden bağımsız olduğu varsayılır. Tartışılan husus yürütme ile yasamanın birbirleriyle ilişkisi üzerinedir. Yasama ve yürütme erklerinin birbirinden sert bir şekilde ayrılması söz konusu ise başkanlık sistemi hâkim demektir. Bu sistemde yasama ile yürütme varlığını birbirine borçlu değildir, birbirlerinin güvenine dayanmazlar. Hattı zatında yasama da yürütme de seçimle işbaşına gelir. Meşruiyetlerini ayrı ayrı seçimlerle işbaşına gelmesinden alır. Halen ülkemizde hâkim olan parlamenter sistemde ise yasama ile yürütme birbirinden yumuşak bir şekilde ayrılmıştır. Yürütme organı varlığını yasama organına borçludur.
Burada bir hususa özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere hatırı sayılır genişlikte bir kesim başkanlık sisteminin bütün sorunlarımıza çözüm olacağı iddiasını savunmaktadır. En azından algı bu yöndedir. Şu unutulmamalıdır ki hiçbir siyasal sistem kusursuz değildir. Şüphesiz parlamenter sistemin bize yaşattığı bazı sorunlar bulunmaktadır. Umulmaktadır ki başkanlık sistemiyle bu sorunlara merhem olunabilsin. Eğer başkanlık sistemi daha güçlü bir yürütme organı yaratmak içinse bu çok su götürür. Çünkü parlamenter sistemde yürütme organı yasama organı içerisinden çıkmakta ve yasama organının da gücünü büyük oranda kullanmaktadır. Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde hükümetin politikalarının önünü açtığı düşünüldüğünde hâlihazırda güçlü bir yürütmeden ülkemizde söz edilebilirdi.
Başkanlık sisteminin dezavantajlarına değinen taraf pek yok. Ancak, Türkiye için öngörülen Başkanlık sisteminin rol model örneği Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gibi ise ciddi sorunlar ile karşılaşabiliriz. Başkan ile meclisin farklı görüşlere sahip olduğu bir ortamda başkanlık sistemi ciddi krizlere gebedir. Siyaset bilim literatürünün çokça tartıştığı bu sorunun ayrıntılarını ilerleyen yazılarımda incelemek arzusundayım.
Tüm bu farklı fikirler ve tartışmalar süredursun. Savunduğum görüşlerin eğrisi doğrusu vardır. Fakat tartışmasız tek gerçek var: Toplumsal kesimlerimizin ve bu kesimleri temsil eden siyasal partilerin uzlaşma kültürüne sahip olmadığı takdirde hiçbir sistem yaralarımıza merhem olmaz.